Pages

8 Aralık 2015 Salı

Kitap Yorumu: Ateş Serisi 2 - Kan Ateşi / Karen Marie Moning


Merhabalar

Yine Barrons'ın sırlarını çözemediğim bir Ateş Serisi kitabı daha bitti. Ama bu seriyi seviyorum. Her ne kadar Kan Ateşi, ilk kitap Karanlık Ateş gibi aynı kurguya sahip olsa da hem eğlenerek hem de sıkılmadan okudum. İlk kitapta kurguya özel terimler birden çok gelmişti. Yeni bir dünya. Bilinmeyen kelimeler, yaratıklar falan. Ama bu kitapta çok aşina oluyorsunuz. Kurgu daha da oturdu şu an. Ve artık Barrons'u çözme zamanı!

Ama elbette bu kolay değil. Barrons insan mı Fae mi canavar mı... Ne acaba derken kafayı yememek elde değil. Tabii bu kitapta bir tık açılıyor. Hatta şaşırdım. "Aaa Barronscuğum sen yapar mıydın böyle şeyler ?"

Kan Ateşi'nde Mac & Barrons ikilisi yine Sinsar Dubh peşindeler. Başları yine beladan çıkmıyor. Mac, artık tamamen başka biridir. Tabii hala pembe delisi ama siyahlara bürünmüş durumda. Alina'nın katilini unutmuş değil. Ve gerçek ailesi hakkında bilgiler öğrenmeye başladı. Sidhe Kahinleriyle tanıştı ve onlar hakkında da bilgiler aldı. Özellikle 13 yaşındaki Dani'yi şimdiden sevdim. Serinin ilerleyen bölümlerinde daha çok göreceğimizi umuyorum. 

"Bir şey soracağım, IYCGM ve IYD kim?"
"Bayan Lane o numaraları yalnızca ölürken arayın, ölmek üzereyken aramanız gereken iki numaradır o. Ve sakın ölmeden aramayın yoksa ben gelip kendim sizi öldürürüm."

Ve bu kitapta Barrons biraz daha uysaldı sanki. Bayan Lane'lere devam etti ve etekleri tutuşunca hemen Mac'lere geri dönüyor kereta. :D Hmm ama kitapta bir bölüm var. Mac'in izni olmadan ona bir şey yapıyor. Harbi ben bile sinir oldum. Ama sonra da iyi ki yapmış diyeceksiniz. Dengesizleştiriyor bu adam yahu.

Bir de V'lane karakteri var. Kendisi bir prens ve Seks-Ölüm Fae'si. İlk başlarda Mac'i korkutuyordu ama sonrasında iş birliği bile yaptılar. Mac'in isteklerini yerine getirmeler falan. Kızı bir saatliğine almış ama tam bir ay ortada yok gözüküyordu. Mac geri döndüğünde Barrons'un yüz ifadesini bir hayal edin bence. Okurken kahkaha attım orada.

Bir anda ona bir yumruk attım, kafası arkaya doğru gidip geldi.
B-"Mutlu musun şimdi?"
M-"Canın acıdı mı?"
B-"Hayır."
M-"Tekrar vurabilir miyim?"
B-"Hayır git kendine bir kum torbası al."

Hmm. Bunların dışında hemen hemen her şey aynı. Barrons, buzlar prensi havasındaydı. Mac vikvik konuştu ve aklından delicesine sorular geçti. Kitabın sonlarına doğru Sinsar Dubh'u buluyor. Ama ne olduğunu biz henüz göremiyoruz. Sanırım üçüncü kitap bomba gibi bir kurguyla gelecek. 

Son olarak diyeceğim şu ki; hem özgün bir fantastik kurguya sahip olup hem de sırlarla dolu karakterler olmasına rağmen aralarındaki diyaloglar bu kadar komik ve eğlenceli olan bir seri okumadım sanırım. Galiba ?

Sonraki kitapta görüşmek üzere!

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

4 Aralık 2015 Cuma

Kitap Yorumu: Ölüm Serisi 4 - Mutlu Ölüm / Nora Roberts


Merhabalar

Bugün blog'a yorum yazma günü ilan ediyorum. Bu aralar zaten büyük bir açlıktan çıkmış gibi okuduğum kitapları yiyip, bitiriyorum. Zaten bu hafta iki kitap yorumu gireceğimi planlamıştım. Sanırım üçüncüsü de yolda olacak. Bunlardan biri de Nora Roberts'ın meşhur Ölüm Serisi'nin 4.kitabı Mutlu Ölüm. Beni biliyorsunuz. Bu seriyi zor buluyorum ve sanırım bu yüzden baya değerli gözümde. Ama 4.kitabı sevmedim. -.- Bana bir şeyler oluyor sanırım. Okuduğum kitaplarda illa bir kusur buluyorum. Bu ya çok hızlı okuduğum için ya da çok fazla kitap okuduğum için artık seçici olmaya başladım. En titizinden hem de...

Ki gerçekten Ölüm Serisi'ni çok seviyorum. Polisiye aşkımı tatmin ediyor. Ama Mutlu Ölüm bana o tadı vermedi. Böyle çok tahmin edilirdi. Daha ilk sayfalarda katili buldum ve Eve'nin nasıl bu kadar kör olduğunu algılayamadım. :D Ya da artık Roberts'ın dilini ve kurgusunu çözdüm. Kitabı okurken biraz sıkıldım ama bir şey aklıma takıldı. Bu Roarke neden bu kadar mükemmel ? Neden Eve'i bu kadar iyi tanıyor ve anlıyor ? Eve'e neden el bebek gül bebek bakıyor. Adam resmen çıtayı yükseltiyor. Kitabı okurken adeta şöyleydim: "Bundan ben de istiyorum. Adama bak ya. Ne! Gerçek kahvesi mi var ? Ben de istiyorum. Bu modelde birini istiyorum. Neden etrafta böyleleri yok ki..." diye diye kendimi yedim. Sonra Jane neden boş geziyor. Bu kitaplar yüzünden. Etrafımdakiler adeta cansız varlıklar. :D

Eheem, neyse. Konudan sapmayayım. Kitabın kurgusuna gelirsek. Aslında kurgusu zekice ve kitabın ismi cuk oturmuş. Katil, insanların beyinlerini ele geçiriyor. Ama teknoloji yoluyla. En basitinden müzik mesela. Hipnoz gibi bir şey. Sizin bilinçaltınızı ele geçiriyor. Ve bu durum yüzünden nedensiz yere intihar vakaları gerçekleşiyor. İntihar ederken hepsinin suratında huzura kavuşmuş gibi bir gülümseme var. Eve'nin elindeki tek ipucu bu işte. Olayı çözene kadar baya ölümden dönüyor. Cidden. Kitabın tek sevdiğim tarafı buydu. Eve'nin hayatta kalma mücadelesi ve kendine güveni...

Bunların dışında yeni evli oldukları için Roarke'la Eve'nin tavşanlar gibi sürekli çiftleşmesi canımı sıktı. Her o sahneye geldiğimde gözümü devirdim. 300 sayfalık kitap zaten. Az bi' uslu durun di mi ? Yok. Sürekli hoop yatak.

Neyse. En eğlendiğim sahneler de Peabody'nin olduğu bölümler. Kadın komedi. Eve'nin yardımcısı oldu artık ve cidden onunla başa çıkan da bir tek o. Aralarındaki diyalog okunmaya değer.

Bu kitap yorumu da böyle işte. Sıradaki kitap çok eğlenceli olacağa benziyor. Barrons & Mac ikilisine devam edeceğim. *-* 

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

Kitap Yorumu: Aşk Tüm Zamanların İçinden Geçer 3 - Zümrüt Yeşil


Merhabalar

Bir serinin daha sonuna geldik. Ama hemen belirteyim. Sonu beni tatmin etmedi. Evet, şeker gibi bir seri. Süper akıcı. Çok severek ve gülerek okudum. Ama sonu böyle sanki devam edecekmiş gibi löp diye bitti. Yazar sonunu pek toparlamamış, kurguyu dağınık bırakmış. Neyse, elimizdekiyle idare edeceğiz.

Bu yorumu okuyorsanız zaten ilk iki kitabı okumuşsunuzdur. Son kitaptan çok beklentiniz olmasın. Beklentisiz okuyun. Ben çok heves yaparak okudum sonra çakıldım. :D Ama sevdiğim bir seri oldu. Favorim ya da en iyi serim diyemem. Ama iyi ki almışım dedim.

Serinin son kitabında Gwen ve Gideon yine bol bol zaman yolculuğu yaptı. Bazı soru işaretlerini kafamdan sildiler. Xemerius'un her sahnesine abartısız güldüm. Kesinlikle serideki tek favorim kendisidir. :D Sırf onun için seriyi okuyun diyeceğim valla. Bunların dışında çok şaşırtıcı bir bilgi ortaya çıktı. Tabii ben bunu biliyordum ama siz okurken baya şaşıracaksınız. :D Yazarın, seriyi okurken yaptığı en büyük ters köşe işlemi buydu sanırım. Çünkü serinin geneli pamuk şekeri gibi. Kusurlar yok, heyecan tavan yapmıyor, salya sümük ağlatmıyor. Ne bileyim, böyle mutluluk fışkırıyor. Seriyi şeker yapan bunlar.

Ama dediğim gibi kitabın sonunda açık kapı bırakmış. Belki ileride yazar sürprizler yapabilir. :D 

Son kitaba dair söylenecek pek bir şey yok şu an aklımda. Güzeldi, kahkaha atarak okudum. Karakterlerle aram da iyiydi. Gözüme batan ve beni rahatsız eden bir şey yoktu. Hayatımda okuduğum en sorunsuz seriydi sanırım. :D 

Kısa kitap yorumumu Xemerius'un bir sözü ile kapatmak istiyorum. Bu cümlesi, tüm gıcık olduğum insanlara gelsin ! (Hoş, göremeyecekler ama olsun. İçimde kalmasın.)

"Tanrım," diye inledi. "Eğer bir televizyon programı olsaydın, seni anında kapatırdım."

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

Kocaman not: Serinin ilk kitabının filmleri internette mevcut. Seriyi okumayı bitirdiyseniz, izleyebilirsiniz. Mesela ben ilk fırsatta izleyeceğim. *-*

30 Kasım 2015 Pazartesi

Kitap Yorumu: Aşk Tüm Zamanların İçinden Geçer 2 - Safir Mavi


Merhabaaa

Ya ama ben burayı delicesine özledim. Öyle böyle değil. Elim boş gelmemek için de gereksiz bir şey yayınlamak istemedim. O yüzden kitabımı okudum, aklımda şekillendirdim her şeyi ve geldim. Bendeniz, vizelerden sağlam çıkan, günde üç kere notlar açıklanmış mı diye üniversite sitesine hücum eden ve aynı zamanda sosyal olup, kitap okuyan Jane. Tekrardan aranızdayım efenim.

Hem de tanıdık bir seriyle. Aşk Tüm Zamanların İçinden Geçer'i fena sevdim. O yüzden araya başka kitaplar koymadan direk Safir Mavi'yi okudum. Hatta şu an siz bu yorumu okuyorken ben Zümrüt Yeşil'i yarılamış bile olabilirim. :D Çünkü dün akşam ikinci kitap biter bitmez üçüncü kitaba başladım. Sebebi basit; dehşet'ül vahşet bir şekilde bitti. (How I Met Your Mother - Barney dilinden bir kelime.) 

İlk kitap da neymiş diyeceksiniz. Safir Mavi uçurdu beni. Tamam, aksiyon yok. Ama kitap o kadar akıcı ki... Gerçekten sayfaların ne ara değiştiğini anlamıyorum. Diyaloglar, olayların gelişmeleri falan çok anlaşılır gidiyor. Tek sorun şu zaman polemiği idi benim için ama kitabın sonunda ve son kitapta her şey yerine oturdu. Yazar çok derinlemesine düşünmüş ve olaylara çok takılı kalırsanız, benim gibi bir süre duvara boş boş bakıyor olabilirsiniz. :D 

Gelelim Safir Mavi'de neler oluyor. İlk kitabın sonu nasıl bittiyse hemen oradan devam ediyor. Gwen ve Gideon, zamandaki yolculuklarında karşılaştıkları Paul ve Lucy'den sonra olaylar iyice karışıyor. Çünkü, biliyorsunuz Paul ve Lucy son kronografı ortadan kaldırmak ve onun altındaki sırrı açığa çıkarmak istiyorlar. Bunun için de Gwen'le Gideon'un kanı lazım. O olaylar karışık. Hiç değinmiyorum. Çünkü bir sürü karakter ismi ve farklı zamandaki olaylar var. Onlardan söz edersem hem spoiler olur hem de yorum uzar da uzar. Asıl konu şu; Gwen ve Gideon yine zaman yolculukları yapıyorlar. Geçmişteki bazı şeyleri ön plana alıyorlar ve Kont'un davetlerine katılmak zorundalar.

Bunların dışında yeni bir karakter geldi. Daha doğrusu hayalet bir iblis. Xemerius'u takdim ediyorum size; kendisi acayip komik, çenebaz, her yere girip çıkabilen ve sadece Gwen'in gördüğü hem sinir bozucu hem de sevimli bir hayalet. Resmen seriye bambaşka bir renk katmış. Onu okurken sırıtmadan edemiyorum. :D Hayalet Robert'tan bile daha çok sevdim. Gwen ilkten ondan kurtulmaya çalıştı ama sonra öyle bir dost oldular ki... Gwen'in ekstra gözleri oldu desem yeridir. Çünkü Gwen için etrafta ajanlık yapıyor, dedikoduları topluyor ve gözcülük yapıyor. Böyle bir ufaklık istemez miydiniz ?  Okurken bayılacaksınız. Benden söylemesi.

"Çok ilginç," dedim.
"Öyle mi dersin ? Eğer öyleyse bunun tek nedeni, olayları sana son derece eğlenceli bir tarzda özetlemiş olmamdır." -Xemerius

Gelelim Gideon ve Gwen ilişkisine. Alın, vurun beni. Çok sevimliler ama bazen de uyuzlar. Ama karakterlerin yaşlarına bakınca davranışları normal geliyor. Gwen tam 16 yaşındaki ergen bir kız gibi. O yüzden hareketleri gözüme çarpmıyor. Ama Gideon... O eriten yeşil gözlerine rağmen bazen beni sinir ediyor. Ama seviyorum keretayı. :D Çok çakal ve zeki. Ve başı büyük bir belada. Tatlı bela diyelim...

Bakalım atladığım bir şey var mı... Yok valla. Bu seriyi okumadan size ne kadar 'şeker' tadında bir kurgu olduğunu anlatmam imkansız. Sizi zorlamayan, tam tersine eğlendiren ve özgün konulu bir seri. Çevirisine mest oldum. Süper akıcı. Eh, ne diyeyim. Okumaya devam.

Bu hafta içi sağ salim çıkarsam hem serinin son kitap yorumu hem de farklı bir kitap yorumu gelebilir. Hazır kışla beraber soğuklar da geldi. Kahvemle, kitaplarımla günleri öldüreyim diyorum. Ne dersiniz ?

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

9 Kasım 2015 Pazartesi

Kitap Yorumu: Aşk Tüm Zamanların İçinden Geçer 1 - Yakut Kırmızı


Merhabalar...

Bu aralar buralarda pek aktif değilim ama her şeyi gözetliyorum, merak etmeyin. Mesela, ders aralarında Instagram'a girip kimler fuara gitmiş, kimler fuardan hangi kitapları almış, hangi kitaplar ön planda, hangi kitaplar yeni çıktı, yayınevlerindeki indirimler neler ve daha bir sürü dedikodudan haberdarım. Bedenim Safranbolu'nda olabilir ama ruhum İstanbul Kitap Fuar'ında!

Bakmayın böyle enerjik olduğuma. İçim kan ağlıyor. Görünmez olmak istiyorum bu aralar. Neden mi ? Miss gibi bir seriye başladım ama devam edemeden araya vizeler giriyor. Aşk Tüm Zamanların İçinden Geçer'den bahsediyorum. Bu seriyi o kadar uzun zamandır merak ediyordum ki... Öyle böyle değil. Geçenlerde seriyi set halinde aldığımda kendime inanamadım. Kutuyu elime alıp, "sen benim misin ya, ne kadar şeker bir serisin sen, okumaya kıyamam ben seni" diye aşk yaşıyordum. Cidden aşık oldum. Kapak ve sayfa tasarımlarına, kurgusuna, karakterlerine... Sabırsızlıkla beklediğime değmiş valla.

Bu yoğunluktaki son kaçamağım Yakut Kırmızı oldu. Yorumlamaya bile kıyamadım. (Elbette üşendi.) Şaka bir yana cidden beklentilerimi karşıladı ama elbette gözümden kaçmayan birkaç şey vardı. Hemen dedikodunun dibine vuruyorum.


Serinin isminden de anlaşılacağı gibi olaylar farklı zaman dilimlerinde gelişiyor. Zaman yolculuğu yapabilen gençlerimiz var. Bunlardan biri on altı yaşındaki Gwendolyn. Londra'da ailesiyle beraber yaşıyor. Hatta gıcık bir ailesi var. Gıcık diyorum çünkü gerçekten okurken sinir ettiler. Niye mi ? Bu ailede on iki zaman yolcusundan biri olma adayı olan biri var. Gwen'in kuzeni Charletto olduklarını sanıyorlar ama elbette tahmin ettiğiniz gibi Gwendolyn'dur. Baya olaylar oluyor. Bunun sonucunda ailesine baya gıcık olacaksınız. Neyse, efenim. Çok detaylara girmeyeceğim ama kurgu biraz kafanızı karıştırabilir. En özet halinde şöyle diyeyim; Gwendolyn ve bir diğer zaman yolcusu Gideon (yeşil gözler, omuzlara gelen saçlar ve göz devirici hareketler kalp ben) bir görev nedeniyle geçmişe gidiyorlar. Ama önlerine her defasına bir engel çıkıyor. Ve zamanda yolculuk etmek de öyle kolay bir şey değil. Düşünsenize, buradan aniden kaybolup, 1950'lerin Londra'sının ortasına löp diye çıkıyorsunuz. İnsanların tepkilerini hayal edin. Ya da belki de bir yangının içinde belireceksiniz. Ya da tam savaşın ortasında... Böyle sorunlar olmasın diye de bir çözümleri var. Ama işte bu çözümden dolayı geçmişte bir karışıklık olmuş ve şimdi de o sorunu çözmeye çalışıyorlar. Kahramanlarımız Giden ve Gwendolyn. Aralarındaki uyum şahane. Valla bak. Zıtlaşmalar, göz devirmeler, ters cevaplar, açıklarını kollamalar... Bayıldım! :D

Konunun geneli böyle ama okumadan olmaz elbette. Her karakterden bahsetmedim ki şimdi aklıma geldi. Gwendolyn, etrafta kimsenin göremediği hayaletleri görebiliyor. Robert isminde bir hayalet var. Şimdiden favori karakterim oldu. Sırf onun için bile okuyun derim. :D Gerçekten Gwen'in hayaletlerle konuşması ayrı bir komedi oluyor.

Sonracığıma... Zaman konulu kurguyuları sevdiğim için serinin ilk kitabını sevdim. Bazen gereksiz diyaloglarla karşılaştım. Ama kitap süper akıcı. Cidden. Yazarın hayal dünyası ilginç ve sürükleyici. Hele Yakut Kırmızı öyle bir bitti ki ikinci kitap gözümün önünde adeta "gel beni oku" diyor ama ne yazık ki kendimi kaptıramam.

Son olarak, bu seriyi Alman bir yazar yazmış. İlk kitabın filmi de mevcut internette. Fragmanını izledim ve filmi de izlemeye karar verdim ama tüm seriyi okuduktan sonra izleyeceğim.
Şimdilik bu kadar. Sıradaki kitap ne olacak bilmiyorum. Bekleyelim bakalım.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane 

26 Ekim 2015 Pazartesi

2015 Goodreads Challenge - Meydan Okuma


Merhabaa

Bu aralar Goodreads'teki Challenge'ımı tamamlama rahatlığını yaşıyorum. Nedense orada ne zaman 'meydan okumalara' katılsam hep tedirginim. Ay bitiremeyeceğim, ay başaramayacağım. O yüzden bundan sonra bu etkinliğe katılmamaya karar verdim. Yoksa yine haram bana geceler... :D

Goodreads'teki Challenge etkinliği, her yeni yıla girdiğimizde size o yılda kaç kitap okumayı hedeflediğinizi belirtmenizi istiyor. Ben 2014'te 64 dedim, yapamadım. 2015'te 50 dedim. Valla bu sefer tutturdum. Hatta şuan 10 kitap ilerideymişim bile. Ama yine de sanki kitap okumaya zorlayan bir etkinlik gibi gelmeye başladı bana. Bırakıyorum arkadaş. Ama tabii isteyenler katılsın. Bazen zevkli olabiliyor.

Gelelim ben hangi 50 kitabı okumuşum. Genel bir tekrar olacak blog'ta. Umarım okuma listenize bir katkısı olur.

2015 - Ocak ile başladığım kitap ve devamındaki liste; (Goodreads'te verdiğim puanlarla birlikte)

Harry Potter ve Felsefe Taşı (5/5) -İlk HP okuduğum zamanlar. Hey gidi hey!
Hiçliğin Kıyısında (4/5)
Tatlı Şeytan (4/5)
Sookie Stackhouse - Cadı Ölüsü (3/5)
Kanbağı 5 - Gümüş Gölgeler (5/5)
Duman ve Kemiğin Kızı (5/5)
Bridgerton 4 - Rüyalar Gerçek Olsa (3/5)
Lux 5 - Direniş (5/5)
Tersyüz (5/5)
Uyumsuz Koleksiyonu - Dört (4/5)
Kıyamet Sonrası - Susan Ee (2/5)
Fırsatçı (3/5)
Kan ve Yıldız Işığı Günleri (5/5)
Maddox 1 - Tatlı Sır (3/5)
Gölge ve Kemik (4/5)
Kurtlara Söyle Eve Döndüm (3/5)
Kuşatma ve Fırtına (3/5)
Cam Şato (3/5)
Karanlık Zihinler (5/5)
Tehlikeli Kızıl (4/5)
Cinder (5/5)
Tatlı Tehlike (2/5)
Küçük Prenses (5/5) *İngilizce ödevi içindi
Kızıl Yükseliş (4/5)
Hırsız (5/5)
Evrenin Ötesinde (4/5)
PuCCa 5 - O Adam Buraya Gelecek (4/5)
Beni Seç (4/5)
Sadece Bir Gece (5/5)
Sadece Bir Yıl (5/5) *Kesinlikle bu yılın en favori kitabım. İlk kitabı Sadece Bir Gün.
Bir Milyon Güneş (3/5)
Siyah Damar (4/5)
Karanlık Taç (5/5)
İki Hayat Arasında (5/5)
Yakut Çember (5/5)
Görkemli Ölüm (5/5)
Mezardan Uyanan (4/5)
Kayıp Dük (2/5)
Dünyanın Gölgesi (2/5)
Sınırları Zorlamak (4/5)
Sookie S. 5 - Ölüler Ölüsü (3/5)
Ben Ölmeden Önce (4/5)
Yabancı (4/5)
Kördüğüm (4/5)
Harry Potter ve Sırlar Odası (4/5)
Ölümsüz Ölüm (4/5)
Zehir Ustası (5/5)
Tatlı Yalan (4/5)
Karanlık Ateş (4/5)
Kurucunun Kızı (3/5)

İşte benim listem böyle. Tatlı Tehlike dışında iki puan verdiğim kitaplara burada yorum yapmadım. Ve Goodreads'te puanlama yapmamın sebebi ben bu kitabı sevdim mi, tekrar okur muyum, biri öneri istese ön plana alır mıyım düşüncelerime yardımcı olsun diyedir. Yani yazarları ölçüp, biçmiyorum. Eleştirilerimi buradan yapıyorum zaten. :D Listeye şöyle bir göz attım da cidden güzel kitaplar okumuşum. Toplasan beş kitabı falan sevmemişimdir. Onların dışında geneli cidden güzeldi. Özellikle yukarıda da açıkladığım gibi Sadece Bir Yıl benim favorim. Her an aklıma gelen nadir kitaplardan biridir.

Goodreads maceram böyleydi. Küçük bir haber vereyim. Bu seneki İstanbul Kitap Fuar'ına gelemiyorum. Sınav tarihlerimle öyle müthiş çakışıyorlar ki... Sanki bana özel hazırlanmış bu tarihler. :P İçim kan ağlıyor, bakmayın öyle güldüğüme. Bu sene çok mu çok gelmek istedim. Bir güncük bile. Ama ne yazık ki yokum. Artık siz gezip, dedikoduları siz bana verirsiniz. Seviliyorsunuz.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

21 Ekim 2015 Çarşamba

Kitap Yorumu: Kurucunun Kızı - Amy Engel


Merhabalarrr

Dün Goodreads'teki Challenge (Meydan Okuma Etkinliği) 'ımı tamamladım. 2015'te 50 kitap okuyacağım demiştim. 2015 bitmeden 50 kitabı yiyip, bitirmişim bile. Neler okumuşum, Goodreads'te kaç puan vermişim, hangilerini yorumlamamışım, hangilerine doymamışım falan filan bunlara ayrı bir yazı yazacağım. Ama haftasonu. Bugün en 'pimpirikli' olduğum gün. :D O yüzden sakince kitap yorumumu yapıp, bugünün beni oymasına izin vereceğim. Hadi başlayalım.

Challenge'ımı sonlandıran kitap Kurucunun Kızı oldu. Geçenlerde indirimle almıştım. Ciltli kitabı 10TL'ye almak elbette cennete bilet almak gibi bir şey oldu. Bir de Distopya türü olması... Çak oradan bir beşlik.

Ama kitaba büyük ümitlerle başlamayın. Ben ne fırtına koparan Distopyalar okudum... Kurucunun Kızı çerez gibi geldi. Distopya demek için henüz erken bence. Yazarın ilk kitabıymış sanırım. Aslında kurgusunu sevdim. Ama çok eksiklikleri vardı. 'Sen kimsin ki yazarın eksik yönlerini göreceksin' demeyin. Artık bir okuyucu olarak elemeler yapmaya başladım. Piyangolardan biri Kurucunun Kızı'na çıktı valla. Söz konusu Distopya olunca hele eli maşalı olmaya başladım. Çünkü gerçekten favori türümdür. 

....kime aşık olacağımızı seçemezdik. Aşk bizi seçerdi. Aşk uygunluğu ya da kolaylığı ya da tasarıları umursamıyordu. Aşkın kendi planları vardı ve tek yapabileceğimiz yolundan çekilmekti.

Kitabın konusu; Amerika'da yıllar önce bir nükleer savaşı oluyor ve bunun sonrasında küçük bir grup hayatta kalmış oluyor. İki aile var. Lattimer'lar ve Westfall'lar. Bu iki aile arasında da savaş oluyor, bu insanları kim yönetecek falan diye. Sonrasında Lattimer'lar kazanıyor ve yeni bir gelenek başlatıyorlar. Her yıl yapılan bir törenle kaybeden tarafın kızları ile kazanan tarafın erkekleri ile seçim yoluyla bir evlilik gerçekleştiriyorlar. Evlenenler birbirlerini tanımıyor, çoğunlukla birbirlerini hiç görmemiş oluyorlar. Evlendikten sonra bebek yapmaları bekleniyor. Kızlar istisnalar dışında çalıştırılmıyor. Yani aslında bizim deyimimiz ile görücü üsulü evlilikler yapılıyor. Yazar, modern dünyamızı unutup, Türkler misali geçmişe dönmüş ve her şeyi eski yönteme göre ayarlamış. Çoğu zaman evlerde elektrikler olmuyor. Çamaşırlar elde yıkanıyor. Pazarlardan alışveriş yapılıyor. Devlet dışında silah taşıyan yok. Ve yaşadıkları yerin çevresinde çitler var. Kanunlara uymayanlar (hırsızlık, tecavüz ya da evliliği kabul etmeyenler) çitin öbür tarafına atılıyor. Çitin öbür tarafında ne olduğunu kimse bilmiyor. Tehlike olabilir ya da bambaşka bir yeni dünya olabilir. Bu iki aile topluluğu kendilerini bir alana kapatmışlar ve evcilik oyunu oynuyorlar resmen. Bu kurguya hem sinir oldum hem de kurgunun bazı hatlarını sevdim. Açıklayacağım hemen.

Kitabın karakterlerinden Ivy, Başkan Lattimer'ın oğlu Bishop ile evlendirilir. Sırası ona gelmiştir. Ama Ivy'nin ailesi (baba ve abla var sadece anneleri yok) bir suikast planı düzenliyorlardır ve Ivy burada başrolde. Onun görevi bir eş olmak değil Bishop'ı öldürmek. Eş rolü yapmaya çalışıyor, ondan uzak durmaya çalışıyor, onu öldürmek için kendini gaza getiriyor ama tahmin edersiniz ki ortaya bir aşk çıkacak. Distopya'ların klasik kurgusu olmaya başladı bu da. :D
Ama hakkını vermem lazım Bishop karakterini sevdim. Tek sorun ne biliyor musunuz? Karakterlerin yaşlarından çok olgun olmaları ve yaşlarını hiç yansıtmamaları. Aslında bundan memnun kaldım. 16 yaşındaki bir kızla 18 yaşındaki bir erkeğin evcilik oyunlarını okumak istemezdim. Ama yazar karakteri öyle bir betimlemiş ki Ivy sanki 21'inde Bishop da 30'a dayanmış, sorumluluk sahibi biri. Bana böyle hissettirdi yazar. Ama yine de Bishop karakterini sevdim. 

"Ben... Ben asla her şeyi ortaya döken biri olmayacağım. Öyle biri değilim. Birini tanıyana dek, pek bir şey çıkmaz. Yaratılış şeklim böyle. Ama bu duygularımın olmadığı, bir şeyleri umursamadığım anlamına gelmiyor." -Bishop (Resmen hayatımı kopyalayıp, yapıştırmış bu cümlesine.)

Bunların dışında... Kitapta aksiyon, heyecan ne bileyim entresan bir şeyler aramayın. Çok sıradan geçiyor her şey. Ivy'le Bishop evlilik hayatları, Ivy'nin ailesiyle olan planları, Lattimer ailesinin genel hatları, kurgudaki yaşam, kısaca geçilmiş olaylar... Kitabın genelinde elle tutulur bir şey yok ama okutturuyor. Çerezlik niyetine süper bir kitap. Bir gün elimde kaldı ve bitti. 

Kitabı övdüm mü sövdüm mü ben bile anlamadım. :D Övülcek yanları da var sövülecek yanları da. Çok güldüğüm sahneler de vardı. Bishop'ın çamaşır yıkama sahnesi komikti. Ve çoğunluk Bishop'ın tepkilerine güldüm sanırım. Çok sağlam bir karakter bence. Ivy için de ne desem bilemedim. Isınma aşamasındayım. :D

İlk defa Distopya türü okuyacaklar için birebir gelebilir bu kitap. Kafanızı yormayan, sonu öyle 'ayyy n'olcak şimdi' dedirtmeyen bir şey. Zaten demenize gerek kalmayacak. Serinin ikinci kitabı bizde 6 Kasım'da raflarda. 

Şimdilik bu kadar. Her çarşamba şans dileyin bana. 
Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

18 Ekim 2015 Pazar

Kitap Yorumu: Ateş Serisi 1 - Karanlık Ateş / Karen Marie Moning


Merhabaaa

Size müthiş kitaplarla döneceğim demiştim. İlki geliyor şimdi. Ve bu blog'taki 200.yazım olacak. Ne ara o kadar yazı yazdım, ben de bilmiyorum. :D Ama nedense içim kıpır kıpır. Kaldığımız yerden devam edelim.

Uzun bir zamandır Ateş serisine başlamak istiyordum. İlk üç kitabı Epsilon Yayınevi'nden çıktı. Sonraki kitapları Artemis Yayınevi üstlendi. Şuana kadar beş kitap yayınlandı. Fakat ilk iki kitabın basımları tükendi. Ya benim gibi pdf bulup, okuyacaksınız ya da yine benim gibi sahaf sahaf gezip kitapları bulacaksanız. (İkinci kitabı buldum sadece.)

İlk kitabı pdf olarak okumama rağmen iki gün içinde bitirdim. Ki cidden e-book formatında okumayı sevmiyorum. Ama bu seri için katlandım. Valla ne olduğunu anlamadan kitabı bitirmiştim. Tamam, itiraf ediyorum bazen sıkıldım. Çünkü yazar kendi dünyasını yaratmış. Yani bilinmeyen isimler, terimler, yeni türler falan derken okurken odaklanmam zor oldu ama kitabın sonlarına doğru her şeyi olmasa da kavrıyorsunuz kurguyu. O yüzden kitabı yorumlarken bazı şeyleri atlayacağım. Nasıl açıklayacağımı bilmiyorum. Tek net anladığım Fae adı verilen değişik yaratıkların olduğu. Farklı türleri var. Ve bu yaratıkları görebilen, baş edebilen bir baş kadın karakterimiz var: Mac. Kendileri çok renkli, geveze ve inatçı bir karakter. Pembe rengine takıntısı var. Süslenmeyi seviyor, vücudundan memnun. Kendi kendine çok konuşuyor. Belaları üstüne çekmekte bir numara. Ben kitabı okuduktan sonra şu sonucu çıkardım: Sookie x 4 + pembe = Mac olmuş yani. O yüzden kadın karakteri baya sevdim. :D Jericho Barrons adında esrarengiz bir de erkek karakterimiz var. Yazar bu erkek karakter üzerinde çok mu çok çalışmış. Öyle ki hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Nedir, kimdir, kimlerdendir, neyi sever, nerelidir falan hiçbir özel bilgisi bilinmiyor. Mac'e kitap boyunca Bayan Lane diyor. (Sadece bir kere Mac dedi onda da...neyse spoiler) Ona öyle hitap etmesi beni deli etti. Çünkü o 'Bayan' kelimesi aralarına kalın bir sınır çiziyormuş gibi. 

Dış görünüş olarak Mac cidden alımlı ve güzel bir kadın. Yeşil gözlü, sarışındı şimdi esmer oldu gibi, hatlı falan. Barrons ise nasıl desem... Uzun siyah palto ve kırmızı gömlekler giyen, çekici bir suratı olan, gece rengindeki gözleri... Bazı hareketlerini yazar öyle bir tasvir etmiş ki Sercan'ın dediği gibi "Mahsun Kırmızıgül, İsmail Yk" aklınıza geliyor. :D Ama bazı sahnelerde adeta Matrix gibi. Bir hava bir hava... Alev buralar hep.

Serinin ilk kitabı olmasına rağmen severek okudum. Aklımı baya karıştırdı. (Ölümcül Oyuncaklar'da da öyle olmuştu şimdi bağımlısıyım.) Yazar cidden başka yerde okumadığınız bir dünya yaratmış. Hayal gücüne hayran kaldım. Eminim ki diğer kitaplarda daha da uçuşa geçecek.

Kitabın genel konusu ise şu; Mac, Dublin'de okuyan kardeşi Alina'nın esrarengiz ölümünü araştırmak üzere Dublin'e gidiyor. Ne yapacağını, nereden başlayacağını bilmeden öylece dolanırken bir kitapevine girer ve kardeşinin telefonda ona sesli mesajla bıraktığı ve anlamını bilmediği kelimenin anlamını orada çalışan bir bayana sorar. Bu soru sonrasında tamamen hayatı değişir. Girdiği kitapevi Barrons'a aittir. Yanında çalıştırdığı kadın Fiona hemen Barrons'u çağırır ve sonrasında olaylar tamamen karışır. Mac, aslında kim olduğunu, kardeşinin katilinin kim olduğunu ve daha önce keşfetmediği, fark etmediği yeni dünyayı tanır. Eli kana bulaşır, başına bir sürü bela gelir, Barrons'la didişir. Ve en sonda da gerçekten şaşırtıcı bir şey öğreniyor. Söylemeyeceğim. Nokta. :D

Olaylar hep arka arkaya sıralandı. Yazar dikkatinizin dağılmasına izin vermeden kurguyu ilmik ilmik işlemiş. Yarattığı özel kurgu dışında çok komik diyaloglar da yazmış. Öyle ki kitabı bitirdim ama hala o sahneler aklıma geldikçe kahkaha atıyorum. Özellikle bir tanesinde nedense kendimden geçtim.

Neyse ki, Sidhe-kahini içgüdülerim harekete geçmiş ve yaratık beni havalandırdığı anda iki elimle birden göğsüne vurabilmiştim. Ama maalesef, aynen o şekilde donmuştu; eli saçımda ve ben havada sallanır vaziyetteyken.
''Barrons,'' diye çaresizce seslendim. ''Neredesin?''
''İnanılmaz,'' dedi tam tepemden gelen aksi bir ses. ''Tasarladığım bütün olası senaryoları düşünüyorum da, bu hiç aklıma gelmemişti.''

Mac ve macerları diyeceğim bu alıntılara. :D Cidden çok komik ikili oldular. Barrons ne kadar ciddiyse Mac o kadar umursamaz ve çocuk gibi. Kitabın sonu da zaten 'sırt sırta verdik, bu yola baş koyduk' tarzında bitti. İkinci kitabı okumak için çok beklemeyeceğim. Siz de bu seriyi okumak için çok beklemeyin canlarım. Pdf bulamayanlar ulaşsın bana ben ikisini de yollarım. *-*

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

14 Ekim 2015 Çarşamba

Kitap Yorumu: Maddox Serisi 2 - Tatlı Yalan / Jamie McGuire


Merhabaaa

Hazır çok enerjiğim Türkçe'yi de unutmadım bari blog'a yazayım dedim. Söylediklerimde ciddiyim valla. Haftanın ilk dört günü bana Türkçe'yi unutturuyor. İngilizce hadi neyse de Rusça ruhumu emiyor. Ben de dilimizi unutmamak için kitap okuyorum. :P Kendimi nasıl da teselli ediyorum ama. Cidden halimi görseniz gülersiniz sanırım. İngilizce dersinden çıkıp, yabancı dizi izliyorum. Rusça dersinden çıkıp kitap okumaya devam ediyorum. Böyle diller karıştı. Artık kekelemeye, kendi dediğimi anlamamaya başladım. Sonum hayırlı olsun. Amin.

Gelelim kitaplara... Ya yeni yıl gelmeden müthiş kitaplar yorumlayacağım. Birkaç sürprimizim de olabilir ama benim tembelliğime ve zamanıma bağlı. :D Bunları düşündükçe kendi kendime heyecan yapıyorum. Neysem. Sıradaki kitaba geçeyim. Çünkü anlatmak için sabırsızlanıyorum.

Öncelikle bu seriyi bilmiyorsanız hemen Tatlı Bela, Ayaklı Bela, Belalı Düğün, Tatlı Sır ve hemen ardından bu kitabı okuyun. Sıralama bu şekilde. Spoiler yemeyiniz.

Maddox erkeklerini severim, bilirsiniz. Bayadır favorilerim arasındalar. Yeni kitapları çıktı mı almak için sabırsızlanırım falan. Ama bu kitabı yani Tatlı Yalan'ı özel olarak bekledim. Çünkü Thomas Maddox bir FBI özel ajanı. Ayaklı Bela'da bu bilgiyi öğrenince 'hemen bana Thomas'ı verin' demiştim. Çünkü cidden FBI konulu her şeyi seviyorum. Ve o gün geldi. Kitabı okudum bitirdim. Ve bir şey diyeyim mi ? Travis'den sonraki favorim Thomas oldu. Tatlı Sır'da Trenton'ı da sevdim. Çok komik, hayat dolu bir Maddox. Ama Thomas bana daha bir tık önde geldi. Sanırım mesleğinden dolayı. 

Maddox serisinde, önceki kitapta Trenton ve Camille çiftini okumuştum. Kitabın sonundaki sürpriz böyle ağzımı açık bırakmıştı. Camille, meğersem gizliden gizliye Thomas'la berabermiş. Falan filan derken her şey ortaya çıkmıştı ve Trenton'la Camille olmuştu. Thomas da kalbi kırık San Diego'ya işine dönmüştü. Ve sonrasındaki olaylar Tatlı Yalan'la devam ediyor.

Bu seferki kadın karakterimiz Liis. Kendisi de bir FBI ajanı. Onun görevi daha çok çevirmenlik. Terfi etmek için elinden geleni yapan biri. Geçmişinden kurtulmak için ve özel istekle bir işe çağırıldığı için San Diego'ya gelir. Elbette onu çağıran Thomas'tır ama Thomas, Liis'i işe başlamadan önce kim olduğunu falan hiç bilmez. 
Tanışma sahneleri ve sonrasındaki olayları anlatmamam en iyisi sanırım çünkü spoiler olabilir. :D Okurken baya gülebilirsiniz. Aslında ilk başları çok klişe geldi. Gözlerimi devirerek okudum ve 'bu kitap bitmeyecek sanırım' dedim ve avcumu yaladım. Valla müthiş bir kitaptı. Maddox erkeklerin bir arada olduğu sahneleri özellikle ikizlerden Taylor'ın olduğu sahneleri kahkaha atarak okudum. Bu kadar mı hem kaba hem sempatik olurlar. Thomas, onlara göre biraz daha ağır başlı ama onun çekiciliği yetiyor zaten. *salya akıntıları*

"Aşk, tahminler ya da davranışsal belirtilerle ilgili değildir. Sadece olur ve senin, onun üstünde bir kontolün yoktur."- Thomas

Tahmin edersiniz ki Liis ile Thomas arasında bir şeyler olacak ama kitabın son sayfasına kadar hep tartıştıkları bir konu var: "Thomas, henüz Camille'yi unutmuş değil."
Gerçekten öyle. Bazen beni de sinir etti ama birini unutmak o kadar kolay olmasa gerek. Liss de öyle mıymıy bir kız değil. Mesleğine aşık, ağzı laf yapan, inatçı ve kendinden emin biri. Thomas'la öyle güzel bir baş ediyor ki... Ayakta alkışladım. 

Bunların dışında yan karakterleri ve ofisteki ortamlarını çok sevdim. Liis, gelir gelmez hemen kanka yaptı kendine. Val. Kadın çok komik. Onunla ilgili bir bilgi öğreneceksiniz. İnanamadım. :D Kitap hem komik hem olaylı hem de aşkla ilgili biraz dramlı ama seriye yakışan bir Maddox kitabı olmuş. Severek okudum. Maddox erkeği bu. Boru mu...

İşte böyle. Fırsat buldukça okuduğum, bana göre çok komik bir kitaptı. Seriye devam ediyorsanız kesinlikle okuyun. *-*

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

7 Ekim 2015 Çarşamba

Kitap Yorumu: Usta Serisi 1: Zehir Ustası - Maria V. Snyder


Merhabaaa

Şimdi size cidden okunmaya değer bir kitap daha söyleyeceğim. Konuya löp diye giriyorum ama pek zamanım yok. Neyse. Dün okula gidene kadar elimden bırakamadığım ve kurgusuna cidden hayran kaldığım Zehir Ustası'nı size takdim ediyorum. Hatta Dex'in hakkettiği değeri göremeyen serilerinden biri diyebilirim. Cam Şato gibi Zehir Ustası da pek ortalarda dolanan bir seri değil. Ve kurgu bakımından benzerler ama ikisinin de tadı bambaşka. Hatta Zehir Ustası bir tık önde diyebilirim. Ay bana böyle serilerle gelin. Hem de tamamlanmış! Dex'i yeni kitap için sıkıştırmak zorunda kalmayacağım. Hıh.

Zehir Ustası çok başkaymış arkadaşlar. Hemen kapın bir tane. Olaylar eski zamanda geçiyor. Yine Krallık var, şato üyeleri, düşmanlar, gizli saklı bilgiler, mahkumlar, olaylar olaylar yani. En bi sevdiğim kurgu biçimi. O yüzden kitabı yalayıp yuttum.

Yelena adında baş bir kız karakterimiz var. Şimdi biraz karşılaştırma olacak ama Cam Şato'daki Celaena'ya göre kızımız biraz sönük. Kendi halinde gibi ama tabii sonlara doğru kendini baya aşıyor. Aslında sönük de değil. Çok kötü şeyler yaşamış. O yüzden etrafına duvar örmüş. Celaena gibi duvarları delip, geçmiyor yani. Ama Valek adındaki baş erkek karakterimiz cidden on numara. Bu kadar zeki, cin göz, her şeyin farkında olup çaktırmayan ve her şeye hazırlıklı olan bir karakter de görmedim. Adam cidden zeki. Ve ünvanı almış başını gidiyor zaten. Ama bunlar kim ? Yelena, bir suçludur. Cinayet işlemiştir ve idam edilmek üzere beklemektedir. Ama daha sonra Ixia komutanı Ambrose için bir çeşnici aranmaya başladığında (komutanın yemeklerini tadıp, zehir olup olmadığını kontrol edecek) komutanın sağ kolu gibi bir şey olan Valek, Yelena'yı seçer. Onu zehirler konusunda eğitir ve kaçmaması için Kelebek Tozu adında bir zehir vererek her gün kendisine panzehir için gelmesini sağlar. Böylece Yelena, her an ölüme karşı savaşarak yine hayatta kalır. Ama inanın bana her fırsatta kızı öldürmek için düşmanlar olacak. Öyle böyle değil.

"...Tam o ara horlaman odanın ortasına kadar geliyordu."
"Sen de toplantıda öyle kasılmıştın ki bir an vücuduna ölü katılığı oturdu sandım." Valek neşeli bir kahkaha attı.

Kitapta aksiyon, heyecan hiç yerinde durmuyor. Oradan buradan birileri fırlayıp, dövüş başlatıyor. Çok olaylar oldu ama hepsi de birbirleriyle bağlantılı. Valek'le Yelena'nın ilişkileri komedi. Aralarındaki diyaloglar beni benden aldı zaten. Bu kadar uyumlu bir çift olamaz herhalde. :D Çok güzeldi ya. Saray ya da işte şato ortamı olunca her şey hem renkli hem karanlık oluyor. Gizli saklı işler, dost bildiğiniz kişilerin düşman olması falan... Yelena baya çekiyor. Gelen geçen kıza bir iz bırakıyor zaten.

Bir de ortalara doğru Yelena kendine kankalar yapıyor. Bunu söylemezsem olmazdı. :D Çok komik iki karakter var. Ari ve Janco. Bu kadar mı komik sohbetleri olur ya. Okurken gülmekten karın kası yaptım. Umarım diğer kitaplarda da varlardır. :D

"... bir de kimlerden harika dövüşçüler çıkardı, biliyor musun? -Janco
"Kimlerden?" -Yelena
"Dansçılardan. Uygun eğitimle festivaldeki ateş dansçıları herkesle kapışabilir. Elinde yanan bir asa tutan bir dansçıyla hiçbir silahla kavgaya tutuşamazdım."
Ari ona "Bir kova su hariç," diye karşı çıktı.

Ben bu fantastik dünyaya bayıldım valla. Serinin ikinci ve üçüncü kitapları ev arkadaşımda olduğu için ondan hemen okuyacağım. Zaten hepimiz seriye başladık evde. :D Valek aşkına. :P 

Bunların dışında... Bahsetmediğim baya şey var çünkü spoiler. İkinci kitabı yorumlarken başta bir özet geçerim zaten ama kesinlikle okuyun. Özellikle eski zamanlardaki fantastik kurguları seviyorsanız bu seri sizlik. Araya gerçek hayat konulu bir kitap attıktan sonra Valek yoluna devam edeceğim. :D

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

4 Ekim 2015 Pazar

Kitap Yorumu: Ölüm Serisi 3 - Ölümsüz Ölüm / Nora Roberts


Merhabaaa

Okullar başladı mı?  Benimki süper hızla başladı. Bünye alışık olmadığı için ilk birkaç gün sudan çıkmış balık gibiydim. Amaa Harry Potter 2'yi ve Ölümsüz Ölüm'ü arka arkaya okudum. Tekrar suya dalmış gibi ayıldım. *-*

HP'nin yorumunu yapmayacağım. Kaç yıllık seri yani. Bilmeyen yoktur. (Kesin vardır ama yorum yapmaya tırstım.) Tek diyebileceğim hem filmleri hem kitapları müthiş olan bir seri yani. Üstüme Hogwarts'ı yapın.

Spot ışıklarını Ölümsüz Ölüm'e alalım. Nora Roberts'ın Ölüm Serisi'ni göz önünden ayırmıyorum. Her gittiğim sahafta didik didik serinin kitaplarını arıyorum ve illa ki biri karşıma çıkıyor. Ölümsüz Ölüm'ü de öyle bulmuştum ve 3 günde yuttum elemanı. Ay yine müthişti. Büyük bir zevkle okuyorum seriyi.

Giderek de güzelleşiyor. Ama bu sefer katili daha sahneye adım atar atmaz anladım. Karakteri okuyorum böyle... Bir itici bir ukala geldi ki sormayın. Hemen katil etiketini üstüne yapıştırdım ve son bölümde o olduğunu öğrenince 'hıh demiştim' dedim kendi kendime. Ama yine de kitap süper akıcıydı.

"Neredeyse dilini yutacaksın, Peabody. Bir erkek, şeytan gibi bir yüze ve tanrı gibi bir bedene sahip olduğunda niçin kadınların gözleri cam gibi oluveriyor?" -Feeney

Bu sefer cinayet suçuna Eve'nin yakın arkadaşı Mavis bulaşıyor. Tabii suçun onun işleyip işlemediği belli değil ama tüm kanıtlar onu gösteriyor. Eve cidden süper iki şey arasında kalıyor. En iyi arkadaşlık görevi mi mesleği mi? Ve bir yandan da evlilik hazırlıklarıyla baş etmeye çalışıyor. :D Ya çok komiklerdi. Hele Roarke... Adamdaki o hava... Yazar çok keskin ve sağlam karakterler yaratmış. Eve'nin ekibine ayrı bayılıyorum. Özellikle bu kitapta Feeney ve Peabody baya ön plandaydı ve onları okurken sırıtmamak imkansız. Eve'i hem çıldırtıyorlar hem de süper destek oluyorlar. Bir de Eve'nin geçmişiyle ilgili baya bir bilgi öğrendim. Önceki kitaplarda sadece söz ediyordu ama şimdi Dr.Mira ve Roarke sayesinde geçmişiyle ilgili baya şeyi dile getirdi. Fenaydı. Ya kitap miss gibiydi. Polisiye türünü daha çok sever oldum. Yazar bazı terimleri öyle basitçe anlatmış ki sıkılmıyorsunuz. Detaylar yerinde. Romantiklik doğru oranda. Karakterler arasındaki bağ deseniz en bi' sevdiğim şey. Okuyun bu seriyi. İlk 10 kitabını bulmak çok zor. Basımları tükendi ve yayınevi tekrar basmayı düşünmüyormuş. Ya sahaflarda arayacaksınız ya da internette pdf'leri var onları indireceksiniz. Elimde olmayan kitapları indirdim mesela.

Şimdilik böyle. Yine görüşmek üzere.
Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

23 Eylül 2015 Çarşamba

Kitap Yorumu: Kördüğüm - Calia Read

Fotoğraf blog'tan alıntıdır

Merhabaa

Ben yine hem ilginç hem de süper akıcı bir kitapla geldim. Kördüğüm'ü almamla okumam ve bitirmem bir oldu. Hayatıma en hızlı giren kitaplardan biriydi. İki gün önce D&R'dan indirimden aldım. (Şu an hala 9.90) O gün başladım ve bugün öğlen bitti. Kitap bitince, hipnoz olmuş gibi halının desenlerine gözüm takıldı. Kitap hala kucağımda açık duruyor. Ben desenlere bakıyorum ama aklım kurguyu sindirmeye çalışıyor. Kitabın son bölümüne kadar hiçbir şey anlamadım. Sonradan bir jeton düştü... Tepkilerim; "ha ? heeeeeeeeeeeeğ! oha şu an ben iflas." Abartmıyorum resmen böyleydim. Kendime gelemedim. Beynim alev aldı. Yazar tüm kitap boyunca her şeyi çok akıcı anlatmış. Evet, gizemli şeylerin sinyali vardı ama hiç böyle sonlanacağını tahmin etmiyordum. Oysa ki çok büyük bir beklentiyle başladım. Goodreads'teki yorumları görseniz yılın kitabı...Bana göre şaşırtmalı ama ağzınıza bir parmak bal çaldırıp, kaçan tarzdan olmuş. Ya da ben bu türü artık benimsediğim için çok etkilenmedim. (Bkz; Siyah Damar'da da beynim alev almıştı.) Durun toparlayacağım.

"Herkesin hissetme, düşünme, sevme ve kendilerini ifade etme şekilleri farklı. Sanırım dünyayı döndüren şey de bu."

Kördüğüm, süper akıcıydı. Oturur, saatlerce okursunuz. Karakterlerden tutun yazarın olayları anlatma tarzına kadar her şey çok iyiydi. Yani ben çok rahat kafayla okudum. Ama son bölüme gelince ve o jeton düşünce 'bu mudur, başka bir şey yok muydu" dedim. Bu da benim beklentilerimin yüksek olmasından kaynaklı. N'olursunuz okuyacaksanız sıfır beklenti ile başlayın. O zaman sonuna kadar tadına varacaksınız. :D

"Dünyada yaralanmamış hiç kimse yoktur."

Konusundan bahsedeceğim ama süper üstün körü anlatacağım. Yoksa kitabın sonuyla ilgili ipucu verebilirim. Baş karakterimiz Naomi. 20'li yaşlarında üniversite öğrencisi bir kız ama akıl hastanesine yatırılıyor. Halisünasyonlar görüyor gerekçisi ile terapilere katılıyor. Çocukluk aşkı Lachlan sık sık ziyaret ediyor. Doktoruyla, hastaneye yatmadan önceki hayatını konuşuyor falan filan. Bu. Kitabın konusu bu. Anlatabileceklerim bunlar maalesef. :D Ay detaya girmemek için kendimi zor tutuyorum ama cidden çok riskli bir kitap. Sonuna kadar okuduktan sonra ne demek istediğimi anlayacaksınız.

Benim için yılın en iyi kitabı olmasa bile halı desenlerini ilgi çektiren bir sona sahip kitap oldu. :D Jetonumu geç düşürdü. O ipuçlarını nasıl göremedim bilmiyorum ama şimdi aklıma geldi. Kitabın tek canımı sıkan yanı çok sık seks sahnesi olması. Kitap zaten ince. Dörtten fazla o sahneleri okumaya maruz kaldım. Artık kusacaktım. Çok aşk doluydu hepsi ama bir yere kadar. Aaaa. :D

Kocaman sevgiler, öpücükler ve iyi bayramlar: Jane!


20 Eylül 2015 Pazar

Kitap Yorumu: Yabancı - Melissa Landers


Merhabaaa
Ya böyle müthiş kitaplar okudukça kendimle gurur duyan bir insanım. Neden böyleyim, bilmiyorum ama her zevkle okuduğum kitap bittiğinde gülümseyerek arkama yaslanıp, "iyi ki kitaplar var be. hayat bana güzel" diyorum. Öyle ama. Çünkü çok sıkıcı bir hayatım var. Çoğunlukla asosyal bir insanım. Ruh halim çok dengesiz olduğu için en iyi zamanlarım kitap okurken oluyor. O yüzden tam gaz kitap okumaya devam diyorum!

Bu ayın bir diğer akıcı kitabı Go!Kitap'tan çıkan Yabancı oldu. Geçen sene fuarda almıştım. Okumayı hep erteledim. Gelen yorumlarını da takip ettim ama çoğunluk pek sevememiş, basit bulmuş falan filan. Ya ben nedense çok sevdim. Bana çok akıcı, komik ve zevkli geldi. Ya da en son bu tür bir şey okuduğumda fena sıkıldığım için bu tarzı yansıtan bir kitap görünce ona dadandım. Evrenin Ötesi üçlemesini bu yaz okudum, biliyorsunuz. Yabancı'yla birkaç ortak noktaları vardı. Uzay gemisi, farklı ırklar, başlarında lider olması ve klonlanma şeysi. Okuduğum üçlemede olaylar giderek sıkıcılaşmış hatta üçüncü kitabı burada haksızlık olmasın diye yorumlamamıştım. Ama bu tür kurgu Yabancı'da çok güzel işlenmiş. Evet, yazar basite kaçmış. Aksiyon ve süper heyecan verici sahne yok. Çok basit bir dili var. Uzay terimleri geçmese realistik kurgu derdim ama değil. Ve eminim ki serinin ilerleyen kitaplarında çok seveceğim şeyler olacak...
Kitabın arka kapak yazısını okursanız kitabı almaktan vazgeçebilirsiniz ama yapmayın. Cidden. :D Ben hiç konusuna aldırmadan aldım. Valla memnun kaldım. Kitabın kapağı çok anlamlı ve çok güzel bence. Bakıp bakıp, sırıtıyorum anlamsızca. :D

Ama gelelim konusuna. Cara adında kızıl saçlı,mavi gözlü bir kız karakterimiz var. Okulunda birinci, en yakın arkadaşa -Tori- ve bir erkek arkadaşa -Eric- sahip. Değişik ve aslında komik bir ailesi var. Ve hayalleri var. Bunun için gezegenler arası öğrenci değişim programına dahil olur ve L'eihrli bir genci evinde ağırlamaya hazırlanır.Bunun hem avantajları hem de dezavantajları vardır. L'eihrli halkı dünyada çok merak ediliyor ama aynı zamanda nefret eden bir grupta var. Cara bunların arasında boğuşurken bir yandan Aelyx'i tanımaya çalışıyor ve memnun etmek için elinden gelen her şeyi yapıyor. Kitabın genel hatları bunlar.

Ama cidden çok komik diyaloglar ve şaşırtıcı gelişmeler oluyor. Aelyx'in birçok hareketine güldüm. Kendisi dil konusunda uzman olduğu için dünyaya gelmeden önce bir haftada konuşulan dili öğreniyor ve ülkenin tüm gelmişini geçmişini araştırıyor. Ama beklenmedik şeylerle karşılaşıyor. Mesela dünyadaki en lezzetli şeyleri sevmiyor. Pizza ve çikolata sevmeyen bir insan düşenemiyorum! (Tamam, Aelyx bir insan değil ama bir canlı da düşünemiyorum!) Bazı şeylere çok komik tepkiler verdi. Kitabı bu yüzden baya sevdim. :D

Ama tabii eksik yanları ve göz deviren sahneleri vardı. Okuyunca ne demek istediğimi anlayacaksınız ama benim okurken umrumda olmadı. Çünkü genel olarak sevdim. İlk kitap olmasına rağmen gayet akıcı bir anlatıma sahipti. Bir şans verin derim.

Bir sonraki kitabı İşgalci'yi büyük ihtimal fuarda alırım. Kitabı okursanız, yorumunuzu bırakın. Ve en büyük tavsiyem; sakın ama sakın uzaylı öküzümüz Daemon ile bu seriyi karşılaştırmayın. Cidden. :D

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

18 Eylül 2015 Cuma

Kitap Yorumu: Ben Ölmeden Önce - Lauren Oliver


Merhabaaa

Uzun zamandan sonra soluksuz bir kitap okudum dün gece. Sanırım 300 sayfaya yakın okudum ve kitap bitti. Cidden böyle elimden bırakamadım, merak içindeydim nasıl bitecek, nasıl bitebilir ki, sonrasında ne olacak, işler iyice karıştı falan derken kitap bitti. Ben Ölmeden Önce, size bazı şeyleri idrak ettirecek, gerçekleri yüzünüze vuracak ve acaba'larla yalnız bırakacak.

Kitap bitince zaten ne yapacağımı bilemedim. Nasıl yorumlasam bilemiyorum ama minik bir giriş var aklımda.

Geçen ilkbaharda yeni tanıştığım biriyle zaman kavramları hakkında falan konuşmuştuk. Resmen merak ettiklerimi ve aklımdakileri dile getirmişti. Biraz fazla detay içeriyor ve konunun içine girdikçe bir girdabın içine tıkılmış gibi hissedebiliyorsunuz. O yüzden üstün körü anlatacağım. Şey demişti, "biz şimdi bu yolda yürüyoruz ama diğer yolu seçseydik karşımıza ne çıkardı, ne hakkında konuşurduk ya da başımıza ne gelirdi. Ya da paralel evren var mı ? Senden benden bir tane daha var ve çok daha farklı hayatlar yaşıyorlar. Belki orada kardeşizdir belki sevgili belki de düşman. Zaman kavramı hem karmaşık hem de çok ilgi çekici bir şey, bence." O günden sonra zaten bu sohbet aklıma kazındı resmen. Ne zaman 'zaman kavramı' ile ilgili bir şeyler okusam bu sohbet aklıma geliyor. Hatta 'İki Hayat Arasında'yı okurken ve okuduktan sonra baya kafa patlatmış ve blog'da bir şey yazmaya karar verdim ama yok olmadı. :D Detayları boşverin.

"Böyle şeylerin olması tuhaf değil mi ? Her şeyin başka bir şeyden kaynaklanması ? Yani Lindsay o park yerini çalmasaydı..."

Bu kitap biraz da bu yüzden beni çok etkiledi. Spoiler vermeden gideceğim. Zaten kitabın ismi, arka kapak yazısı ve giriş yazısı benim size söyleyeceğim şeyi söyleyecek; "ölüm."

Sam adındaki bir kız ölümü iliklerinize kadar hisseterecek. Çaresizliğini, cesaretini, korkusunu ve çabalarını kitapta çok gerçekçi bir şekilde okuyacaksınız. Yazar nasıl düşünmüş, nasıl yazıya dökmüş bilemiyorum ama sanki bizzat kendisi yaşamış gibiydi.

Sam'in bir kız arkadaş grubu var. Lindsay, Ally ve Elody. Bu dört kız lise sondalar ve klasik Amerikan Gençlik hayatını yaşıyorlar. Alt sınıftakileri, eziyorlar, ölümüne eğleniyorlar, partilere katılıyorlar, sarhoş oluyorlar ve müthiş hatalar yapıyorlar. Bu hatalar sonucu Sam, iki dünya arasında sıkışıp, kalıyor gibi bir şey. Bir gece parti sonrasında kaza oluyor. Sam öldüğünü düşünüyor ama gözünü açtığında yine kendisini odasında buluyor. Tek fark dünü yeniden yaşamak. 12 Şubat'ı 6 ya da 7 kere tekrar tekrar yaşıyor. Güne uyanıyor, ailesini es geçip kızlarla buluşuyor, okula gidip kendisinden çok hoşlanan Kent'i görmezlikten geliyor, yılışık sevgilisi Rob'u gözlüyor, küçükleri eziyorlar falan filan. Sonra gerçek kafasına dank ediyor. Ve bazı olayları değiştirmeye çalışıyor. Bunları yaparken aslında etrafındaki insanları tam tanımadığını ve süresinin çok olmadığını anlıyor. Günü aynı olsa da farklı şeyler yaparak olay zincirlerini değiştiriyor. Sonrasında amacına ulaşıyor ama böyle okurken elim ayağım titredi ters bir şeyler olacak diye. Kitabın sonunda ağlamadım ama içim boşaldı sanki. Şey gibi oldu, lunaparakta gondolun en ucuna binersiniz ve ilk havaya kalkıp, indikten sonra vücudunuz teslim olurcasına titrer ve kendinizi aşağıya atmak isterseniz ya, kitap bitince aynen böyle hissettim. Ay çok fena bir şeydi. Her şeyi iliklerime kadar hissettim. Müthişti.

Spor salonundan uzaklaşırken insanların ne kadar tuhaf olduğunu düşünüyorum. Onları her gün görebilir, tanıdığınızı sanırsınız. Sonra birgün onları hiç tanımadığınızı fark edersiniz. Bir girdabın içinde fır dönüyor, aynı insanlara ve aynı olaylara gitgitde yaklaşıyor ama her şeyi farklı bir açıdan görüyor gibiyim.

Böyle, gerçek hayatla ilgili darbe edici bilgileri öğrenmek, ölümün aslında göründüğü gibi olmadığını, yaşarken hiçbir şeyin farkında olmadığınızı ama fark etmek istediğinizi düşünüyorsanız kitabı okuyun. Sam, düşüncelerini öyle güzel aktarmış ki... Şöyle bir durdum da yaşıyorum dedim. Kitabı okuduktan sonra hayatınıza şükredip, bazı yanlışlarınızı fark edebilirsiniz. Güzel bir şey bence.

Sam'in çok güzel vurguladığı yerler vardı. Post-it'ler yerlerini aldı zaten. Kitabı 'en etkilendiğim' bölüme koyacağım. Okuyun valla. Sıradan hayatımıza bir şeyler katacak türden bir kitap.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

KOCAMAN NOT: Ya böyle zamanla ilgili iç içe geçen kurgulu kitap önerisi istiyorum. Fırtına ve Aşk Tüm Zamanların İçinden Geçer serisi listemde. Onların dışında bilmediğim varsa bana her yerden ulaşıp, önerebilirsiniz. *-*

15 Eylül 2015 Salı

Kitap Yorumu: Sookie Stackhose 5 - Ölüler Ölüsü


Merhabaa

Ya Sookie keşke gerçek bir karakter olsa. Nedense onu okumayı çok seviyorum. Diğer kadın karakterlerden çok farklı, bence. Çok doğal, içten, sakar, belaları mıknatıs gibi kendine çeken, ufak tefek ama çekici bir yanı olan, komik düşüncelere sahip ve acayip dengesiz bir karakter. Erkekler konusunda öyle yani. Bir öyle bir böyle. Özellikle bu kitapta dört erkek arasında gidip geldi resmen. Bi dur dedim. Ama kızamıyorum da. Bill dışındaki diğer erkekler cidden etkileyici. *-*

Ehem. Neyse. Asıl konuya döneyim. Nedense bu serinin 3.kitabından sonra olaylar çok durgunlaştı. Cadı Ölüsü de lay lay lom geçmişti. Ölüler Ölüsü de öyleydi. Azıcık aksiyon, hareket vardı. Bol gizem vardı. Birden fazla olay gerçekleşti ama sonrasında hepsi toparlandı. Ki bu da diğer kitaba konu malzemesi sunmuş. 

Bir önceki kitapta Sookie'nin abisi Jason ısırılmıştı ve Panter Adam olmuştu. Yani o da artık şekil-değiştiricilerden biri. Ama birileri şekil-değiştiricileri hedef haline getirmiş ve ilk fırsatta onları öldürmeye çalışıyor. Sookie her zamanki gibi kendini olayların içinde buldu. Okurken bazen bunaldım bazen heyecanlandım ve özellikle sonlara doğru zevkle ve heyecanla okudum. Ama süper gıcık olduğum şeyler vardı. Bkz;

  • Eric, koskoca vampir di mi ? İlk dört kitap boyunca yere göğe sığdıramadım onu ama bu kitapta resmen süzme salaktı. Güçsüzdü. Böyle nasıl desem Eric, Eric değildi. Bir şey oluyor mesela, olay bitiyor o zaman geliyor. Sookie'yi koruması gerekirken ortalarda olmuyor. Saçma salak davrandı. Ay nasıl sinir etti beni. Yazar resmen Eric'in karizmasını çizdirmiş. Eski Eric'i istiyorum ben! 
  • Beni bilen bilir bu seride taa en başından Bill'e uyuzum. Öyle böyle değil. Sookie'nin ilk aşkıydı ve gitti kızı aldattı. Aldattığı yetmezmiş gibi hala yüzsüz yüzsüz kızın karşısına çıkıyor. İstenmeyen ot gibi adam. Oradan buradan fırlıyor. Bu kitapta her ortaya çıktığında kalbine kazık sokmak istedim. Bi git allasen. 
  • Sookie. Annem sen ne içtin ? Aklı beş karış havada. Eric'le arasına mesafe koyup, Bill'e yeşil ışık yakmalar falan... Alcide'e laf sokup, sonra yakınında durmalar. (Ki Alcide'yi çok severim.) Gözünün önündeki düşmanı görmeyip, millete 'laf sokacam şimdi ehehe' modunda olmalar. Sarsmak istedim okurken.
"...Franklin çok eski kafalı biri."
Bunu söyleyen, hayatının en mutlu günleri öldürmek, tecavüz etmek ve bir yerleri yağmalamakla geçmiş savaşçı bir Viking olunca söylediği şey gerçekten çok anlamlıydı.

Bu gıcık olduklarım dışında kitaptaki diyaloglara bayıldım. Çok komik karakterler var. Hani şey gibi. Karakter aslında ciddi bir şekilde konuşuyor ama söyledikleri size komik geliyor. Anlatabildim mi kendimi ? :D Bu serinin mizah anlayışı da böyle işte.

Sonlar doğru yeni bir karakter geldi. Quinn. Oy maşallah dedirten cinsten. Kendisi şekil değiştirici. Kaplan oluyormuş. Hayal gücünüzle buradan siz devam edin. :D Quinn yüzünden sıradaki kitabı hemen alacağım. Umarım bol aksiyon falan olur. Eric kendine gelmiştir. Sookie artık başını belaya sokmaz. Bill sonsuza kadar yok olur. Alcide musmutlu olur. Falan filan.

Her şeye rağmen seriyi hala çooook seviyorum. Böyle kucağıma alıp, sevesim geliyor. Cidden Sookie gerçek olsaydı. Süperötesi dedikodu yapılır o kızla. :D

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

5 Eylül 2015 Cumartesi

Kitap Yorumu: Sınırları Zorlamak - Katie McGarry


Merhabalarrrr

Nabersiniz ? Sizin de tatiliniz bitti mi ? Okul hazırlıkları başladı mı ? Okuyacak kitabınız kalmadı mı ? Benim hala on tane var. Rahatım. :D

Bu yaz harbiden baya kitap okudum. Kendimle gurur duyuyorum resmen. Tatilimi bir nebze olsa da boş geçirmedim. Birkaç tanesi dışında okuduklarım müthişti. Zevk alarak okudum. İyi ki almışım dedirttiler. Sınırları Zorlamak da bunlardan biri kesinlikle.

Sınırları Zorlamak'ın konusuna bakmadan almıştım. Ama Goodreads'teki yorumlarını bir görseniz siz de hemen alırsınız. O derece. Ve haklılar. Cidden akıcı, etkileyici ve minik deprem etkisinde sarsan bir kitaptı. Ben sevdim. Post-it'lerle doldurdum ve alıntılara doyamadım.

Konusu ise şöyle; iki genç var. İkisinin ayrı hikayeleri, acıları ve yaşanmışlıkları var. Bunlar uzaktan klasik hikaye gibi durabilir ama kitabın derinlerine girdikçe iliklerinize kadar hissedeceksiniz. Zıt yönleri birbirlerine çekecek ve aslında çok benzer olduklarını fark edecekler. Echo, iki sene önce yaşanan tuhaf bir olayı hatırlayamıyor. Bazen bazı şeyler hatırlar gibi oluyor ama ruh dengesini bozuyor. Ve bu yüzden okula yeni gelen rehber hocası ile sürekli iletişim halinde. Anne ve babası ayrı. Abisi Aries askerdeyken ölüyor. *spoiler değil bunlar* Annesinin ayrı sorunları var. Babası, Echo'nun bakıcısı Ashley ile evlenmiş ve bir bebek bekliyorlardır. Başta bunları göreceksiniz. Sonrasında aslında olayların nasıl olduğunu öğreneceksiniz.

Noah'ın hikayesi ise ayrı. O da yaklaşık iki sene önce bir yangında anne ve babasını kaybediyor. Kendinden küçük iki erkek kardeşi bir ailede evlatlık olarak bakılıyor. Kendisi de sözde koruyucu aile ile birlikte yaşıyor. Beth ve Isaiah en yakın arkadaşları. Kötü yanları falan var ama detaylara girmeyeceğim. Noah da aynı rehber hocasıyla iletişim halinde. Bundan zevk almıyor ama yapmak zorunda. Çünkü onun geleceğe dair planları bu yolda geçiyor.

"Acılarımın kapanma düğmesini bulabilmeyi dilerdim." -Noah

Bir şekilde Echo ve Noah'ın yolu kesişiyor. Aslında hep birbirlerini görüyorlar. Aynı okuldalar. Ama bazı şeylerden sonra birbirlerini fark ediyorlar. Sonrasında gelsin dolu dolu bir aşk ve dram hikayesi... Çok akıcı bir kitaptı. Okurken sıkılmadım. Klasik Amerikan gençlik hikayesi gibi gelse de kitabın ayrı bir çekiciliği vardı. O yüzden rahat kafayla okudum. Bazı yerlerde baya güldüm. Noah, acısını içinde yaşayan biri ama dışında o kadar komik, umursamaz ve çapkın ki... Ve çok düşünceli, korumacı... Gerçek hayatta bulamayacağınız türden bir karakter yani. :D

Kitaptaki karakterleri sevdim. Yazarın dilini ve kurgusunu sevdim. İyi ki almışım dedim. Tek kitap değil. Seri şeklinde ama her kitapta başka bir karakterin hikayesini anlatıyor. Yani diğer kitapta Noah ve Echo yok. Diğer yan karakterlerden biri yer alıyormuş. Çıkarsa okurum. :D

Şimdilik bu kadar. Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

1 Eylül 2015 Salı

Dedikodu Kazanı: Zaman Yine Hızlı Geçti, Yine!


Merhabalar!

Ay sizi bilmem ama bana şu an şaka gibi geliyor. Daha dün ben kitapların ağırlığı yüzünden yolun ortasında bavulları devirip, üstüne düşüyordum. Elimde okunacak kitaplara bakıp bakıp, "siz bitin öyle yeni kitap alacağım" diyordum. Ne çabuk zaman geçti de Eylül ayına geldik. Tatil bitmek üzere. Maraton başlıyor. Ve ben yine yine yine bavul taşıyacağım. Sanırım en nefret ettiğim şey bavul taşımak. Ama yoo, akıllandım. Löp diye bir sürü kitap götürmek yok bu sefer. Neyse.

Ama cidden bu yaz tatili de çok hızlı geçti. Daha ne olduğunu anlamadan kendimi yine bavul hazırlarken buldum. Ve bunun yanı sıra Ağustos ayında umduğumdan çok kitap okudum. Dizi izledim. Sinemaya gittim. Giymem dediğim şeyleri alıp, giydim. Bırakmam dediğim tatlıyı bırakıp birazcık zayıfladım. Unutamam dediğim şeyleri unuttum bile. Şimdi alın size minik dedikodular.

  • Ağustos ayı biterken de iki kitap bitirdim ama bunları burada yorumlamadım, yorumlamayacağım da çünkü iki kitabı da sevemedim. Goodreads'te iki puan verdim ki bu kesinlikle yazarları eleştirdiğim bir şey değil. Kendi listemi oluşturuyorum orada ve gerçekten zevk aldığım kitaplara 4-5 puan veriyorum. 2 puan verdiklerim kitapları blog'da yayınlamayacağım. Kitaplardan biri Julia Quinn'in Kayıp Dük'ü, diğeri Evrenin Ötesi serisinin son kitabı Dünya'nın Gölgesi. Ben ikisini de sevemedim. Okurken çok sıkıldım. Yarım bırakamadığım için 'zorla' okudum ve yerlerine koydum.


  • Bu aralar en favori dizim ise Kiralık Aşk. Ay inanamayacaksınız ama uzuuun bir zamandan sonra adam akıllı bir Türk dizisi izler oldum. Cidden bağımlısı oldum. İlk 3 bölümü internetten izledim. Yetmedi, her hafta TV'de yeni bölümü izledikten sonra internete girip favori sahnelerimi kusana kadar izliyorum. Özellikle son bölümü -11.bölüm- beni benden aldı. Youtube'da o kadar çok tekrarını izledim ki beni kovacaklar resmen. Gerçekten abartmıyorum. Romantik-Komedi yerli bir dizi isterseniz kesinlikle izleyin. Kurgu, ekip, müzik... Bayıldım. -86 kere hem de!*-  


  • Bu yaz dizi izlemeyi planlamıyordum ama American Horror Story'e başlamıştım ve başlamamla birlikte 4 sezonu bitirdim. Daha önce neden izlemedim, bilmiyorum. Ama cidden çok enteresan, diğer dizilerden çok farklı kurgulara sahip bir yapım olmuş. Yeni sezonu için sabırsızlanıyorummm. Matt Bomer kadroya katılmış. Daha ne olsun...


  • Bu yaz bir de yayınevleri çok aktifti. Eğer Instagram hesabınız varsa zaten yayınevlerini mutlaka takip edin. Yeni kitap tanıtımları, eski kitaplardan alıntılar falan derken baya renkli şeyler yapmaya başladılar. Özellikle Artemis'in hesabını seviyorum. Acayip renkliler. Ve gözlemlediğim kadarıyla yeni kitap çıkarma konusunda Yabancı Yayınları ve Go!Kitap fena halde öndeler. Hızlarına yetişemiyorum. Alınacaklar listesi yine ve yine çoğaldı.


  • Tatil bitti diye de üzülmeyin. En azından Kitap Fuarı'na az kaldı diye seviniyorum. Kasım'da 2015 İstanbul Kitap Fuarı var. Sınav tarihleri bana bir güzellik yaparsa kesinlikle geleceğim. Bu fırsat kaçmaz.


  • Bir de bu aralar Ask.fm dünyası çok kalabalık. Birçok blogger'ı da takip etmeye başladım. Bana gelen sorular da çok eğlenceli. Cumaya kadar soruları aktif bir şekilde cevaplamaya devam edeceğim ama sonra bir hafta internetsiz kalabilirim. O yüzden şimdiden hücum edin. Ask.fm


  • Vee son olarak. Eh buraya kadar geldiyseniz teşekkürler. Gitmeden vlog çekmek istedim. Kitaplık Turu. Benimkini biliyorsunuz, çok büyük değil. O yüzden rahat çektim. Ufak aksamalar oldu ama videoda açıklamasını yaptım. Linki veriyorum. İyi seyirler: Vlog Maceraları

Umarım çok güzel ve aktif bir yaz geçirmişsinizdir. Benim gibi evde can sıkıntısından patlamamışsınızdır. Şaka bir yana en azından doyasıya kitap okudum.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane