Pages

29 Nisan 2017 Cumartesi

Hayallerimi Gerçekleştirirken 1: Anne Frank ve Hayat Hikayesi


Merhabalar

Blog'da yeni bir yazı etkinliği oluşturdum. Gerçekleştirdiğim ve sizi de etkileyebileceğini düşündüğüm birkaç hayalimden bahsedeceğim. İlk yazımda cidden beni derinden etkileyen ve onu gerçekleştirdiğim için her fırsatta kendimle gurur duyduğum hayalimi paylaşmak istedim.
Anne Frank ismini daha önce duymuş muydunuz? Duymadıysanız size inanılmaz hayat hikayesinden biraz bahsedeyim. İnanın sıkılmayacaksınız. İlham kaynağınız bile olabilir.

Anne Frank, 1929 yılında Almanya'da doğan bir Yahudi'ydi. Sıradan ama güçlü bir aileye sahipti. Fakat Adolf Hitler döneminde yaşadığı için diğer Yahudiler gibi saklanarak yaşamak zorunda kaldı. Henüz 14 yaşındayken Hollanda'da bir ofis binasının gizli bölümünde ailesi ve yakın dostlarıyla yaşamak zorunda kaldı. Yine de sıradan hayatlarını devam ettirmeye çalıştılar. Anne, ders çalışmaya ve günlük işlerini yapmaya devam etti. Doğum gününde hediye edilen defter sayesinde günlük yazmaya başladı. Yaşadığı dönemi çok güzel aktaran, tüm duygularını çekinmeden yazan Anne, günlük sayesinde gözle görülmeyen ve duyulmayan şeyleri günümüze kadar aktarmış oldu. Fakat bir ihbar sonucunda Almanlar tarafından el kondular ve Polonya'daki Auschwitz toplama kampına gönderildiler. Orada ailesinden koparıldı. Neler yaşadığı bilinmese de hoş şeyler olmadığı bariz. Ve daha 15-16 yaşlarındayken tifüsten öldü. Ailesinden hayatta kalan babası, Anne'nin günlüklerini yayımlamaya karar verdi. 60 dile çevrilip, milyonlarca satış yaptı. Anne Frank, ölümünün üzerinden 72 yıl geçmesine rağmen tüm içtenliğiyle yazdığı günlüğü sayesinde günümüzde hala yaşamakta aslında. 

Berlin - Madame Tussauds Müzesi / Anne Frank 

Anne Frank'in ismini sık sık duyardım ama hiç araştırmamıştım. İlk kez Berlin'de Madame Tussauds Müzesi'ne gittiğimde Anne Frank'in heykeliyle fotoğraf çektirdiğim zaman kim olduğunu çok merak etmiştim. Hatta nedense korku hikayeleri yazan ünlü bir yazar sanmıştım. Fakat sonra araştırdım ve yukarıda karşılaştığım bilgilere ulaştım. 

Krakow'daki Auschwitz toplama kampı
İlk önce Polonya'dayken Auschwitz toplama kampının olduğu yere, Krakow şehrine gittim. Hava inanılmaz soğuk ve yağmurluydu. Yine de amacıma ulaştım. Her yıl milyonlarca insanın görmek için dünyanın her yerinden geldiği Auschwitz'e vardım. Kelimelerle anlatmak imkansız ama öyle bir atmosfere sahip ki... Resmen orada işkence gören, ölen insanların hala varlığını hissedebiliyorsunuz. Piyanist filminin setindeydim sanki... Öyle tüyler ürpertici ki... Kamp alanı hiç değiştirilmemiş. O yüzden böyle yürüyüp, etrafa meraklı gözlerle bakarken süper ötesi vicdan azabı çektim. Anne Frank ve daha niceleri orada akıl almaz işkencelere maruz kalmış. Elinizi kolunuzu sallayarak gezemiyorsunuz doğal olarak. Her girdiğim odada karnıma bıçak saplanıyormuş gibiydi. Her insana zorla giydirilen kıyafetler, isim listeleri, kadınların kesilmiş saçları, insanları yaktıkları fırın... Oturup saatlerce ağlamak istedim. Sırf Yahudi diye bu insanlara nasıl böyle işkence çektirmiş olabilirler? Gerçekten aklım algılayamıyor bu konuyu. Fırsatınız olursa kesinkes Auschwitz'i görmeye gidin. Vicdan azabı çekeceksiniz; onların işkence çektiği yeri 'ziyaret ettiğiniz' için ama acı gerçekleri görmek zorundasınız. Yoksa bu duygu hiçbir şekilde anlaşılmaz.

Amsterdam - Madame Tussauds / Anne Frank

Sonra en büyük hayallerimden biri olan mini Avrupa turuna çıktım. Kendimce işte... Paris ve Brüksel'den sonra Amsterdam'a adeta uçarak gittim çünkü benim en merak ettiğim ve en görmek istediğim şehirdi. 2 gün kaldım ve hala hiç yaşamamış gibi hissediyorum. Neyse. Amsterdam'daki 2.günümde Anne Frank'in gizli bir hayat yaşadığı yeri müzeye çevirdikleri yere gittim. 

Amsterdam - Anne Frank Müzesi bilet sırası

Abartmıyorum tam bir saat bilet sırasında bekledik. Yağmur suratımı adeta dövdü, ellerim buz kesti, karnım açlıktan zil bile çalamaz oldu ama bekledim. İnat değil mi? Ve sonunda içeri girdim. Böyle nasıl heyecanlıyım. Anne Frank'in yaşadığı yerdeyim. Hem süper hem de yine acı verici bir durumdu. Her odayı gezdiğimde, her bir eşyayı incelediğimde kendimi onun yerine koymaya çalıştım. Hayata bir kere geliyorsunuz ve yaşadığınız şeye bakın. O kadar boktan bir şey ki... Her bir detayı es geçmeden, derinlemesine inceleyerek evi gezdim. Aynı Yıldızın Altında filminde de baş karakterler Anne Frank'in evini gezmişti. Filmdeki sahneyi birebir, canlı bir şekilde görmüş oldum. Müzeden çıkmadan önce de bir kartpostal ve Anne Frank'in günlük niteliğindeki kitabını satın aldım. Bilet de ayraç şeklindeydi ama öyle kullanmaya kıyamadım. Anılarla dolu olan kendi günlüğüme yapıştırdım ve 'iyi ki günlük tutuyorum' dedim. Ah, bir de müzenin sonunda ziyaretçilerin not yazdığı bir defter vardı. Jane durur mu? Elbette kalemi aldım ve kendimce benden bir iz bıraktım. (Fotoğrafta bunu görebilirsiniz; sağ üst köşede yer alıyor.)



Polonya'ya geri döndüğümde kitabı sindire sindire okudum. Okurken, müzede gözlemlediğim şeyler gözümün önüne geldi ve inanılmaz bir şeydi. Hem kendi gözlerimle gördüm hem de Anne Frank'in gözünden okudum. Öyle etkileyici, öyle muazzam ve öyle tarifsiz ki... Bu günlüğü okumanızı istiyorum. Türkçe çevirisi mevcut. Filmi de var sanırım ama henüz izlemedim.

Hayallerimin içinde hayallerimi gerçekleştirdim. Öyle bağlantılı ki yaşadıklarım... Bazen fotoğraflara ve videolara baktığım an gerçek olduklarını hatırlıyorum. Çünkü cidden inanılmaz geliyorlar. Sanki hiç yaşamamışım gibi... Sanki hayal ürünüm gibi... Hayalleriniz olsun. Öyle imkansız gözüyle bakmayın sonra gerçekleştirince gerçek olduğuna uzun bir süre inanamıyorsunuz. :) Şaka bir yana, hayatım boyunca bu mükemmel anıyı hep hatırlayacağım. Ve evet, kesinlikle kendimle gurur duyuyorum. Kitap kurduyum ve değişik, sıra dışı hayallerimi ve onları gerçekleştirmeyi seviyorum. 

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

Not 1: Fotoğraflar bana ait. Hepsini kendi gözlerimle görüp, çektim.
Not 2: Madame Tussauds Müzesi hakkında ayrı bir yazı yazacağım.
Not 3: Anne Frank'i okuyun. Okutun. İlham alın. Pişman olmayacaksınız.
Not 4: Piyanist filmini izlemediyseniz size yalvarırım, mutlaka izleyin. Hayatımda hiç sıkılmadan izleyeceğim filmler arasında. En kısa zamanda izleyin.

28 Nisan 2017 Cuma

Erasmus Döneminde Okuduğum Kitaplar


Merhabalar

Artık resmen blog'a yazmak için gün sayıyorum. Okul öyle yoğun ve yorucu ki inanın bazen 24 saat yetmiyor. Proje ödeviydi, günlük ödevler yok okunması gereken hikayeler derken hoop zaman nasıl geçiyor anlamıyorum. Ama bendeniz Jane elbette kitaplardan ve dizilerden uzak duramıyorum. Ama önceliğimi Erasmus döneminde okuyup da blog'a aktarmadığım kitaplara vermek istedim. Okuduğum kitaplar ya çok güzeldi ya da 'bana göre' baya vasattı. İyilerden başlayıp, kötülere doğru yol alacağım. Ve inanın bana kesinlikle okunması gerekenler de var! (Ve ee, yazı sonunda kavga bile çıkabilir.)

Sitede daha önce de yorumunu yaptığım Sahte Romeo ve Paramparça Juliet kitaplarını kesinkes okuyun. Hala favorim. Keşke okuyacak bolca zamanım olsa da tekrar okuyabilsem. O derece sevmiştim. 

Diğer en sevdiğim kitap ise Artemis Yayınları'ndan çıkan Ay Günlükleri serisinin ara kitabı olan Levana idi. Serinin üçüncü kitabı Cress'den sonra okunması gerekiyor. Ben pdf olarak okumuştum. Ve başlamamla bitirmem bir oldu. Süper akıcı, etkileyici ve seriyi bozmayan tam tersine çok daha renk katan bir ara kitap olmuş. Marissa Meyer'ın kalemine hayranım. Azıcık bir kurguyla bile kadın dünyalar yaratmış. Seriyi bilmiyorsanız hemen ilk kitabı Cinder'ı inceleyin. Eğer seriye devam ediyorsanız da sakın Levana'yı es geçmeyin!

Ve artık İngilizce kitaplar da okumaya başladığım için Harry Potter'ın HP and The Cursed Child (HP ve Lanetli Çocuk) kitabını çıkar çıkmaz pdf olarak orijinal dilinde okumuştum. Hem çok uzun değil hem de dili bence gayet basitti. Yani HP dünyasını biliyor ve o dünyanın diline hakimseniz (yazarın özel terimlerine) çok rahat bir şekilde okuyabilirsiniz. Ve kesinlikle çok beğendim. Kitabı J.K. Rowling değil de bir hayran yazmış olsa da bence kurguyu çok güzel oluşturmuş ve bana göre Ateş Kadehi'ni daha da netleştirmiş. Ki seride Ateş Kadehi benim favorimdir. O yüzden kitabı böyle mutlulukla okudum. Ve okuduktan sonra da 'hah onu ben orijinal dilinde okudum canım ya' diye kasılmadım dersem yalan olur. :D

Şimdi bahsedeceğim kitapları sevemedim. Bitirdikten sonra 'pof, aradığım bu da değil' tarzındaydı ve açıkçası konularını dahi net hatırlamıyorum ama yine yazıp, bildireyim. Belki farklı düşünen olur ve beni etkileyebilir. 😃

Ben, Earl ve Ölen Kız: Çok merak ediyordum. Hatta orijinal dilinden okuyacaktım ama sonra Pegasus Yayınları'ndan Sevinç ablanın çevirisiyle çıktığını görünce çevirisini okumaya karar verdim. Ama pek bana göre değildi. Hatta filmini de izledim. Filmi bir nebze iyiydi. Ama kitap... bilemiyorum. Sevemedim. 😓

Sil Baştan: Parodi Yayınları'ndan bir kitap. Ya bu kitabı neden okudum tam hatırlamıyorum. Ama bir yerde biri baya dolu dolu yorum yapmıştı, ona kanıp okudum sanırım. Cidden konusunu dahi hatırlamıyorum. Neden okudum, nasıl bir psikolojideydim, inanın bilemiyorum.

 Kağıttan Kalpler: Arkadya Yayınları'ndan çıkan bu kitabı merak etmiyor değildim. Okumadan önce de baya heves etmiştim. Ama yok yani konusu bana göre değildi. Aslında baş karakterle baya ortak noktamız vardı. Ruh öküzünü arıyordu ama bulamıyordu. Kitaplar varken neden bir adama ihtiyaç duyacaktık falan... Ama klişelerle dolu bir kitaptı. Baya da tahmin etmiştim ne olacağını. Meh...

Gece Evi 11 - İntikam: Ya aslında buna çok kötü diyemeyeceğim. Sonuçta lise çağında okumaya başlayıp, hala devam ettiğim bir seri. Neredeyse üniversiteden bile mezun olacağım ama bu seriden mezun olamadım. :D Şaka bir yana uzata uzata okumayı seviyorum. Çünkü bu serinin karakterlerine acayip bağlıyım. Yani ilk okuduğum, benimsediğim karakterlerden biri. Ekibi seviyorum ama yazarların hayal dünyasını gram sevmemeye başladım. Bence artık ana-kız oturup, 'nasıl saçmalasak da para kazansak' diye düşünüyorlar. Olsundu. Ben okudum, okuyorum. Serinin son kitabını da yakın zamanda okuyacağım umarım. Bitecek yahu.

Kapanışı yerden yere vuracağım bir kitapla yapmak istedim. Kemerlerinizi bağlayın. Jane çok fena laflar edebilir!
Pegasus Yayınları'ndan çıkan, Amerika'da Wattpad sayesinde ünlünen, milyonlarca hayranının olmasının en büyük sebebinin One Direction grubunun üyelerini yansıtan karakterleri olan (ki bence alakası bile yok) Anna Todd tarafından yazılan After serisinin ilk kitabı Karşılaşma hayatımda okuduğum en uzun işkenceli kitaptı. KİTAPTI. Daha önce böylesine işkence çektiğim bir kitap okumamıştım. AMAN TANRIM DEDİM! WTF? 

Kitap cidden uzun ve öyle böyle değil süperötesi klişelerden oluşuyordu. Yani bunu yazarken Anna Todd hangi psikolojideydi? Nasıl bir kadını bu kadar ezebilir? Bu kadar mı gurursuz, erkek düşkünü ve aciz varlıklarız? Kitabı okurken feminist tarafım alev almıştı. Öyle söylenerek okuyordum ki oda arkadaşım bırakmamı bile önerdi. Ama yo, bir kitabı yarım bırakamam. Belki cidden toparlar, ders veren bir yönü olur dedim. Löp diye bitirdi. Sanki devam edecekmişim gibi... 
Ya şimdi büyük konuşmak, asla'lar falan demek istemiyorum ama kitaptaki kız karakterin yerinde olsaydım kesinlikle öyle ezik, gurursuz, yüzsüz ve acınası olmazdım. Adam suratına tükürse 'yarabbi şükür' diyecek kıvamındaydı. Ben her zaman gerçek aşkı; aşkın yanı sıra en iyi arkadaşım olacak ruh öküzümü arayan romantik bir insanımdır. Ama yeri gelir feministliğim ağır basar ki o da şöyle olur; bir erkek 'sözde' sevdiği kadınına karşı ilgisiz, duygusuz ve hakaret içerikli bir şekilde davranıyorsa 'erkeksiz de yaşayabilirim' düşüncesini savunuyorum. Yani bir öyle bir böyle davranıyorsa o kişi, siktir edin daha iyi. Niye kendinizi üzüyorsunuz? Neden yıpratıp, küçük düşürüyorsunuz. Ya da ne var biliyor musunuz? Alın, okuyun ve böyleleri gibi olmayın. Dünyada başka erkek mi yok? Ya da aynı şey bir erkeğin başına geliyorsa, dünyada başka sevilecek kadın mı yok? 
Demek istediğim şu ki; öyle bir dönemdeyiz ki güçlü olmak zorundayız. Kendini ezdiren genç kızları anlamıyorum. Daha kaç yaşındasın da bu kadar çok sevip, vazgeçemiyorsun? Kitap bu yüzden beni deli etti. Devam edecektim ama sinir krizleri geçirip, kendime gelemezsem diye ilk kitabı bitirip, sessizce Anna Todd'dan uzaklaştım. Ben böyle bir şey görmedim hayatımda! 😝

Pekala, baya saydım sövdüm ama içim rahatladı. :D Bir sonraki yazıda enfes kitaplarım var. Yine bekleriz efendim.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane